Ulusüstüleşme çok
katmanlı sistemlerin belirgin ve merkez yansımalarından olan politik etkinliği,
ulus devletlerin bileşik ve karşılıklı bağımlılık içinde oluşturdukları
işbirliklerini zorunlu kılar. İşbirliklerinin baskınlığı ekonomi üzerinden
şekilde görünür olsa da, arka planı ve esası politika belirler. Örneğin, AB’ye
bakıldığında dikkat çeken birleştirici unsur ekonomik faktörler gibi görünse
de, temelinde kıta Avrupa’sında ve oradan da dünyada etki yapmaya yönelik olan
Almanya ve Fransa’nın politik baskınlığıdır. Burada Almanya’nın ağırlıklı
olarak iktisadi ve siyasi aklı, Fransa’nın ise askeri enstrümanı öne çıkarttığı
görülmektedir. AB içinde yer alan İngiltere ise Kıta Avrupa’sında merkezileşen
politik güce adeta A.B.D.’nin koordinatörü olarak eklemlenmiştir. Yoksa
birleşik-entegre ülkeler birliği anglo sakson siyasetin başkaları için tercih
ettiği, ama kendisi için kesinlikle karşı olduğu düşük ilişkili parçalar
bölünmüşlüğü yönetilmesi politikasına ters gelen bir pozisyondur. Aslında
birleşik krallık mecburiyetin bir dayatmasıdır.* AB’nin varlığı İngiliz politik
aklını yaşamsal manada ilgilendiren bir unsur değildir. Bundandır ki, İngiltere
ekonomik gücün yansımalarından olan ortak para birimine dâhil olmamıştır. Öyle
ki, son yıllarda İngiliz siyaseti içinde AB’den tamamıyla ayrılma fikri oldukça
tartışılır bir hale gelmiştir ve günümüzde AB içindeki Yunanistan sorununda
İngiltere oldukça mesafeli bir tutum almıştır. Aslında A.B.D.’nin siyasi istemi
devrede olmasa, büyük ihtimalle İngiltere daha önce AB’den ayrılma konusunda
çoktan referanduma gitmiş olurdu. Bu tip örnekleri çoğaltabilmek mümkündür. Bu
durum, çok katmanlı sistemlerdeki ilişkilerin ve girişimsel uygulamaların
çeşitli ve çok yönlü şekillerde olabileceğini gösterdiği gibi, aynı zamanda bir
yönüyle ÇKS’in bünyesinde barındırdığı karşılıklı, çok yönlü ve karmaşık
etkileşimini ve eşgüdüm gayretini; ya da tam tersi diğer yandan ise ÇKS’in
politik-sosyal bir görüngü olarak izahının doğa bilimlerinden aktarma bir
analog kümesiyle tam olarak açıklanamayacağını gösterir. Biyoloji, fizik veya
bir başka doğa bilimi sektörüne ait herhangi bir sistemik yapı ile
siyasal-sosyal ve ekonomik değerler dizisi arasında benzerlikler olabilir; ama
aralarında bu benzerliklerin olması homojenik işlerliğe işaret etmez veya
benzeşen çıkarımlar yapmamıza netice açısından olanak sağlamaz. Doğadaki
düzenlilik ve istikrar sosyal yaşamda aynı biçimde karşılık bulmaz.
Ancak ÇKS ile
ilgili olarak fikri yayılım bu doğrultuda değildir. Şöyle ki, ÇKS’in oluşumuyla
beraber başlayan ideal düşünce, sistemin unsurlarının ortak-bileşik bir amaca
beraber yürüyerek en azından simgesel bir sonuca ulaşmaktır. Örneğin, AB’de söz
konusu netice baskın biçimlenme olarak ulus devletlerin-toplumların
“Avrupalılaşma”sıdır. Nitekim bu erek başı çeken Almanya ve Fransa’nın istediği
yönde evirilmiştir; her ne kadar bağlar görünene göre daha zayıf, düzensiz ve
istikrarsız olsa da. Avrupalılaşma düşüncesi, politikanın tüm süreçlerinde
(İng. polity) ihtivasını (İng. politics) ortaya koyarak görünür yapılanmasının
(İng. policy) çatısını oluşturur ki, kendisini en saydam şekilde gösterdiği
alan hukuk ve ekonomidir.
AB gibi –ki dünya
üzerindeki en ideal örnektir- bir yanıyla politik ekonomiyle belirli durumlarda
tek taraflı ve karşılıklı bağımlılık şeklinde, diğer yanıyla sosyo-kültürel
biçimiyle simgeleşen birlikler, lokal otoritelerin gücünü zayıflatıp yerel
uygulamaları kendi çeperleri içinde tam meşruiyetin dışındaymış gibi
gösterirler. Bu gibi etkiler, birlik içinde direnç hatta çatışmalar oluştursa
da, asli tesir bu gibi etkileşimler aracılığıyla bilgi-bilim seçkinlerinin
ortaya çıkan hâkimiyeti ve kürevi geçerlilik verilen “bilimsel-leştirilen” temelli rasyonalite
modelleridir. Bu modeller bireylere yerel ve ulusal bağlardan, hiyerarşik
kontrollerden bağımsızlaşma imkânı verirler ve bu sayede yaşamın hemen tüm
alanlarına nüfuz eden piyasalarda bireysel girişimin yolunu açarlar.
Politikanın örtülü kalan yanı ise, temeli oluşturan “bilimcilik (İng.
scientization)” ve “piyasalaştırma (İng. marketization)” anasırlarının felsefi içerikli vizyonudur. Bu vizyon
küresel bağlamda (bazı) bireylerin diğerleriyle ortak çıkarlar oluşturdukları
organizasyonlar vasıtasıyla önemli ve belirleyici aktörler olmalarını sağlar.
Bu serbestiyet
vasıtasıyla bölgesel iktidarların diğer tarafında bulunan toplumsal yaşamdaki
hiyerarşi dar sınırlara doğru itilmiş olur. Bu aksiyon insan eylemlerinin
koordine edilmesiyle birlikte pazarlarda-piyasalarda verimli sahaları hazır
eder. Von Hayek’in de ifade ettiği gibi, yaşam pazarlar sayesinde açık eşgüdümü
meydana getirir. Pazarların oluşturulması ise eylemler sayesinde
gerçekleştirilir. Tasarımsal fikir eyleme nazaran zayıf bir olgudur.1 Her
ne kadar von Hayek tasarımı ikinci plana atsa da bunun ‘eksik’ bir saptama
olduğu ortadadır. Zira eylemlerin arka planını ve temelini inşa eden
tepkisellik dışında hemen her zaman tasarımsal yaklaşımdır; bu nedenle her iki
işlev de tamamlayıcı unsurlardır. Eylem somut sahada, tasarım ise soyut alanda
tezahür ederler, ama eylemin ‘anası’ sonuç itibarıyla tasarımdır. Çünkü tasarım
bizatihi farklı bir eylem biçimi olarak aksiyonu mündemiç kılan yaratımcı bir
süreçtir. Örneğin, başlangıçta söz mesabesinde sorunsal açıdan soyut gibi
görünse de, psikolojide çözüme yönelik fikirler ya sağaltım ya da psikiyatri-psikopatoloji
aracılığıyla eylem olarak tezahür ederler.
Yönetim
olgusunun bilimselleştirilmesinin ve piyasalaştırılmasının günümüzdeki yoğun
eğilimlerin, yaşam tarzının bireyselleştirilmesinin ve yaşama dair fırsatların
bölüştürülmesinin yapısal sistemler içindeki unsurların birbirleriyle olan
tesadüfi ilişkilerinin dışında derininde yatan sebep şudur: Yönetselliğin
ulusüstülüğü ve sosyalizasyon. Bunlar iki ana süreç olarak özellikle dikkatten
kaçırılmamalıdır. Aynı zamanda bu her iki husus süreçsellikleri, başat
prosesler olan bilimselleştirmenin ve yönetselin piyasalaştırılmasının
aşamaları içinde toplumsal olayların ve çok katmanlı sistemik yönetimin
ulusüstülüğünün, yani karşılıklı bağımlılığının sonuçları olarak muhteviyata
dönüşürler. Çok katmanlı yönetsel sistematiğin ilginç bir özelliği de zaten
budur; süreci içeriğe evirmek. Bu hususiyet ama aynı zamanda ÇKS’in uzantısı
olan yönetişimin bazı türevlerinde zuhur eden yönetsel ikilemi de doğurur. Bu
dilemmanın temelinde bireysel ekonomik ve sosyal refaha dayanan avantaj veya
tersine dezavantaj yaratan bakış açıları yatar. Gerek bizdeki gerekse batı
literatüründe basitleştirilmiş bir şekilde siyasetin sağ ve (yeni) sol
söylemleri dâhilinde sınırlandırılan söz konusu perspektifler, aslında ÇKS’in
çok yönlü boyutsallığına mündemiçtirler. Yani burada söz konusu olan sağ veya
sol ideolojilerin kısır döngüleri değil, yönetici erklerin ya yararcı ya da
dengeleyici yaklaşımlarıdır. İkilemi oluşturan da sanıldığı gibi tabii
diyalektikten maada bilimselleştirmeden kaynaklı yaklaşımlardaki belirgin veya
ince ayrımlardır.
ÇKS’in
siyaset kurumları açısından kapsayıcılığı ve AB uygulamaları ile oluşan
süreçlerde gelişen bilimci politikalar, birer vasıta olarak genel anlamda
yönetim modellerini işin pratiğinde yer alan aktörlerden çok akademik
uzmanların eline bırakmıştır. Mart 2000 tarihinde Portekiz'in başkanlığında,
Lizbon'da yapılan Avrupa zirvesinde, ön planda AB ekonomisini yeniden
yapılandırmayı, Avrupa Birliği'nin genel gelişme perspektifini belirleyen plan
olan Lizbon Stratejisi (Lizbon Ajandası) arka planında bilim toplumunun
etkinliğini siyasal ve sosyolojik eğilimler bağlamında baskın kılarak demokratik
yönetimden ziyade bilimsel yönetime aktarımın güç odaklarını belirlemiştir.
Merkezinde çok katmanlı sistemlerden türetilmiş çok yönlü, ama ayrışmaya yatkın
yönetişim modellemelerinin yer aldığı bu politikanın üst ve alt yapılarının
mimarları akademik uzmanlardır ve bunların kullandığı başlıca usullerin ana
unsurları; bilimciliğe vardırılan bilimselleştirme, piyasalaştırma,
ulusüstücülük ve derinleştirilen post modernist izafiyetçiliktir.
Bilimcilik
hakkında en sert eleştirileri yapan Paul Feyerabend, bilimin bir yandan bir
piyasa aracı haline getirilmesi, diğer yandan ideolojik hiyerarşik bir sistem
haline dönüştürülmesiyle kendine münhasır bir “kilise” ve sömürü aygıtı olarak
kullanıldığını vurgulamıştır. Ona göre, hakikat arayışında bilginin edinimi
yalnızca modern bilimle değil, insanın gelenekselleştirdiği diğer
yollarla da mümkündür. “Bilimsel yönteme hayır” mottosuyla bilimler teorileri
alanına ‘anarşist modellemeler’ gibi görüşleri taşıyan Feyerabend,
“karşılaştırılamazlık kuramı” vasıtasıyla teorik yapılanmaların eninde sonunda
izafilikleriyle malul olduğunu sıklıkla tekrarlamıştır.2
Feyerabend’ın bu yöndeki yaklaşımları gerçekten de bilimi dogmatik bilimciliğe
dönüştürerek bilim cemaatleri oluşturan ve bunun üzerinden her türlü sömürüyü meşrulaştıranlara
karşı girişilen yerinde, bir yanıyla devrimci ama diğer bir yanıyla bazen
izafiyetçiliğe eğilim gösteren bir mücadeledir.
Bilimsel bilginin,
tarihsel bağlantı içerisinde yeşeren yaşam anlayışı ve bu gelenekselliğin
sağladığı sağlam meşruiyeti bir noktaya kadar insan topluluklarına göre
farklılıklar arz etse de galebe çaldığını söyleyebiliriz. Geleneğin değerli
geçerliliğinin, bilimsel bilginin yaşam tarzlarını devam eden süreç içinde
dönüştürmesiyle oldukça yitirildiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır.3
Zaman-mekan bağlamında üretilen modellemelere bağlı bilgi, norm ve davranış
stillerinin batının bilimi karşısında sorgulanır bir hale gelmesi tabii olarak
kabul gören anlayışları bozguna uğratmıştır. Tarih kökenli bağlantılar çerçevesinde oluşan bilgi, örf
ve davranış biçimleri, bilimin baskınlığı vasıtasıyla kendi nitelikleri
doğrultusunda geçerliliklerini kaybederler; hatta bunlar dünyadaki kültürel
bağlamlarında genel olarak bilimsel olanla ilişkili olarak amaçlara erişim için
araçsal rasyonalite ile bazı değişim ve dönüşümler açısından kullanışlıdırlar.
Örneğin; bilginin (tartışmalı) ilerlemeci gelişimi ve maddi refah seviyesindeki
artış, araçsal aklı somutlaştıran başat etkenlerdendir. Bu meyanda çevreyle
ilgili problemlerin refah artışı için tehlikeli bir hal alması durumunda, yine
bundan erinç devşirmeye yönelik araçsal akıl bu sorunu da bertaraf etmek için
devreye girer.
Özellikle John
Meyers’in neo-kurumsallaştırma olarak nitelendirdiği yaklaşımla, batının
etkisiyle biçimlendirilen dünya kültürü anlayışı aracılığıyla rasyonel pratiğin
bilimsel temelli modellerinin yayılımı açıklanabilirdir. Şöyle ki, bilimsel ve
rasyonel batı kaynaklı dünya görüşlerinin malum prensiplerine göre; dünya
sahnesinde yer alan bireyler, organizasyonlar ve ulus devletler öncelikle
akılcı aksiyon alan aktörler vasfını elde ederler ve bunun üzerinden yeni
düzenin aktörleri olarak hareket etmeye kendilerini zorunlu hissederler. Zira
rasyonel hareket eden aktörlerin meşru statülerini kazanmaları için bu başlıca
koşullardandır. Böyle bir ortamın inşası açısından küresel uzman ağların ve
uluslararası örgütlerin ilişkisel tanımlayıcı güç olarak uygulamacı merciler
haline gelmeleri büyük önem arz eder ki, bunu realize etmek rasyonel davranışın
asli öğelerindendir.4
Çok katmanlı
sistemler kuramlarının bir çıkarımı olarak yönetişim olgusunun biçimlenmesinde
demokratik idareyle alâkalı olarak bilimciliğin tesiri oldukça önemlidir.
Bilimcilik zihniyeti yönetişimi transnasyonalist/ulusaşırı ötesi bir çıkarımla
kürevi bağlamda çok katmanlı uluslararası sistemin zeminine taşır ve böylelikle
parlamentoların, siyasi partilerin ve kuruluşların yetkelerini baskılayarak
zayıflatır. Bu durum bilimci uzmanların, danışmanların ve farklı komisyonların
güç devşirmesini sağlar.5 Örnek olarak; söz konusu güç kaymasının en
üst meşruiyet düzeyine eriştiği nokta, yönetişimin Avrupa formu üzerine yapılan
bilimsel tartışmalarda erişilenidir. Bu tartışmalarda güç kayması artan bir
şekilde anlam kazanan teorilerden dışa yansır. Söz konusu kaymayı özellikle
AB’de düzenleyici bir devlet çerçevesinde tanımamız mümkündür. Ancak
düzenleyici devlet biçeminin, dağıtıcı ve milli sosyal (refah) devletinin
yerini aldığı da diğer bir gerçekliktir. Düzenleyici devletin ana yürütümü
denetleme işleviyle şekillenir; politikacıların ve tipik-klasik bürokratların
yerine uzmanların, danışmanların vesayeti belirleyici unsur olmaya başlar.
Örneğin, AB’nin komitolojisinin kurullarındaki tartışmalara dayalı pazarlıklar,
demokratik karar alma mekanizmalarını çözeltileyen, dönüştüren faktörel öğeler
başında danışmanlar ve uzmanlar gelmektedir.
Bu türden bilimsel
kurgular parlamentoların, partilerin ve diğer kuruluşların meşru temellerinin
uzmanlar aracılığıyla güçsüzleştirilmesine yol açmaktadır. Bu bağlamda klasik
bürokrasinin de çözüldüğünü ifade etmek yanlış olmayacaktır.6 19.
Yy. dan bu yana gittikçe güçlenen ve teknolojik sıçramalarla zirveye çıkan
bilim olgusu, yine bilgi teknolojilerinin buna paralel sağladığı geniş kapsamlı
imkânlarla politikanın üretken desenlerini de değişimlere ve dönüşümlere müsait
kılmaktadır. Örneğin çağımızda dikkati çeken hızlı ve kapsayıcı stratejik
iletişim olanakları politikanın yenilikçi yapılanmalarında (İng. policy) önemli
bir rol oynamakta ve “bilimsel toplumun” temel taşlarını oluşturmaktadır.
Parlamenter sistemi
ve bilimciliğin bir hayli örtülü kıldığı açık toplum hedefini zayıflatarak,
kitle iletişim araçlarının şekillendirdiği politik iletişimin oyun sahasını
görünürde amaçsızca büyüten yönelim(ler) bilgi toplumunun bir gerçekliği olarak
karşımızdadır. Bunun bir neticesi toplumun malûmat tarzındaki bilginin adeta
bombardımanı altına girmesidir. Ancak bu durumun yol açtığı diğer bir
biçimlenme yeni türden entelektüel bilgi kümelerinin oluşturulmasına da imkân
sunmaktadır. Şöyle ki, insanlığın asırların süreçsel süzgecinden geçirerek
eriştiği kavramlar, eklemlenen yeni zihinsel bulgularla çeper genleşmesi
kazanmaktadırlar. Bu da günümüzde yeni bir kavram** olarak neşet eden “büyük
veriye” ilave olmaktadır. Büyük veri açısından insanı ilgilendiren en önemli
husus, her nedense onun yönetiminde odaklanmaktadır. Bu her yönüyle anlaşılır
olmakla beraber; büyük verinin yönetiminden önce onun eleştirel süzgeçten
geçirilmesi, karşıt bilgiler aracılığıyla taşıdığı pek çok verinin elimine
edilmesi gerekmez mi acaba? Örneğin, politik iletişimi karmaşıklaştıran kitlesel
ve kütlesel enformasyonun Dikkat Ekonomisinin normları doğrultusunda kritikçi
incelemesinin yapılması iyi bir önerme olarak kullanılabilir mi veya benzer
sınamalara dayalı sorgulamalar yapmak nasıl olacaktır?..
* Sultan II. Mehmed’in düşündüğü ve nihayet padişah II. Abdülhamid’in
istihbarat siyasetiyle körüklenen yoğun protestan-katolik ayrılığına dayalı
çatışma ile oluşan İrlanda sorunu merkezdeki İngiltere’yi birleşik krallığa
razı eden sebeplerden biridir.
1 F. A. v. Hayek, “Die
Ergebnisse menschlichen Handelns, aber nicht menschlichen Entwurfs…” (Türk.
“pazarların-piyasaların oluşmasını insanın eylemlerinin
sonuçları oluşturur; onun tasarımının
neticeleri değil.”) in: ders.: Freiburger Studien. Gesammelte Aufsätze,
Tübingen, 1969, 97–107.
2 P. Feyerabend,
Erkenntnis für freie Menschen, veränderte Ausgabe, Frankfurt, Suhrkamp Verlag,
1980
3 G. Drori,
World Society and the Authority and Empowerment of Science, in: dies. (Hg.):
Science in the Modern World Polity, Stanford, 2003, 23–42.
4 J.W., Meyer, Weltkultur: Wie die westlichen Prinzipien die Welt
durchdringen, Frankfurt/M., 2005
5 R., Münch,
Constructing a European Society by Jurisdiction, in: European Law Journal,
14/5, 2008, s. 519–541; ders.: Die Konstruktion der europäischen Gesellschaft
Zur Dialektik von transnationaler Integration und nationaler Desintegration,
Frankfurt/New York, 2008
6 C. Joerges, J. Neyer, From Intergovernmental
Bargaining to Deliberative Political Processes: The Constitutionalization of
Comitology, in: European Law Journal, 3/3 (1997), 273–299
** Büyük veri, yeni bir kavram gibi gözükse de; Kur’an’daki şu ayet ironik
bir şekilde bu hususa işaret etmektedir: “Tevrat'ın
yükü ile onurlandırılmış iken bu yükü taşıyamamış olanların durumu, sırtına
kitaplar yüklenmiş (ama onlardan habersiz bulunan) merkebin durumuna benzer...”
(Kur’an-ı Kerim, 62/5)