Yeni yönetim modalarını, “klasik”
teorilerden ayıran özellikleri şöyle ifade edebiliriz:
·
“Yeni” yönetim fikrinin mevcutlardan
radikal bir kopuş olduğu iddiasına karşın, temel teorilerin tekrar “keşfine”
dayanması (yeni şişe içerisinde eski şarabın sunulması),
·
(Genelde muğlâk olmasına rağmen)
işletmeleri bekleyen tehlikelere karşı performans artırıcı girişim olarak
konumlandırılması, neyin doğru ya da yanlış olduğu, neler yapılması gerektiği
gibi normatif listelere ve reçetelere dayanması ve böylelikle kolayca
uygulanabilir olarak algılanması,
·
Tüm işletmeler için genel olarak doğru
yaklaşım olduğu iddiası,
·
Dönemin zihniyetine (Alm. Zeitgeist)
uygun olması,
·
Modanın dayandığı temel kavramların
basitçe ifade edilmesi, kısaltma sendromuna dayanması ve sloganlara fazlaca yer
vermesi (TQM, CRM gibi), bu kısaltmaların sıkça yeniden tanımlanması (CRM’in
Conversation Relationship Management olarak tanımlanması gibi) ve yeni
kısaltmalara yol açması (PRM- Partnership Relationship Management gibi),
·
Yönetim guruları ve modanın taraftarları
tarafından meşrulaştırılması.
Sözde
birçok yönetim gurusu (büyük düşünür), bilinen bir kavramın önüne “stratejik”
ve sonuna “yönetim” kavramlarını ekleyerek hem rekabet ortamında ve hem de kriz
ortamlarında işletmelerin daha güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olacağı
fikrini öne sürmektedir. Bu arada en kazançlı şirketlerin bu yönetim
yaklaşımlarını pazarlayan danışmanlık şirketlerinin olduğu da göz ardı
edilmemelidir.
İşletmelerde
çalışanlar açısından bu tür yaklaşımları ele aldığımızda; özellikle özde
müşteri (dış müşteri) memnuniyetine odaklanan ama sözde çalışan (iç müşteri)
memnuniyetine de odaklandığı ifade edilen toplam(a) kalite yönetimi gibi
tepeden dayatılan popüler yaklaşımlarla işletmelerin müşterileri etkilemek ve
pazar payını artırmak için sadece makyajlandıkları görülmektedir. Müşterilere
(tabii ki dış müşterilere) “müşteri velinimetimizdir”, “müşteri kaybetmektense
para kaybetmeyi tercih ederim” veya “koşulsuz müşteri memnuniyeti” gibi
sloganlara sahip işletmelerin çalışanlara bakış açısı özellikle kriz
ortamlarında daha iyi anlaşılmaktadır.
Her
ne kadar, “en büyük sermayemiz insan kaynaklarımızdır” veya “hepimiz aynı
gemideyiz” sloganlarıyla insan kaynaklarının önemine vurgu yapan büyük
kurumsallaşmış işletmelerin (!) bile kriz ortamlarında çalışanlarını öncelikle
bir maliyet unsuru olarak kapının önüne koymaktan çekinmedikleri bilinmektedir.
İşletmeler için yüksek maliyetli, işgücü ve zaman kaybına neden olan bu tür iyi
gün dostu yaklaşımların, kriz öncesi, anı ve sonrası süreçler için işletmelere
kâğıt üzerinde mükemmel ilkeler ve stratejiler sunan bu tür yaklaşımlar, kriz
ortamında işletme yönetimine krizin nedeni olmayan, buna rağmen mağduru olan
çalışanların işten çıkarılması dışında herhangi bir çözüm üretemedikleri ve
alternatif sunamadıkları görülmektedir. İş mükemmelliği konusunda önemli
çalışmalara imza atan, 1996 yılında da iş mükemmelliği alanında Toplam Kalite
Yönetimi anlayışıyla Avrupa Kalite Yönetim Vakfı (EFQM) tarafından verilen
Avrupa Kalite Büyük Ödülü ile ödüllendirilen Türkiye’nin lider ve Avrupa’nın
yedinci büyük lastik üreticisi olan ve “müşteri mutluluğunu esas alan”
Brisa’nın, 2009 krizi sürecinde öncelikli olarak işçi çıkarma yoluna gitmesi
örnek olarak verilebilir.
İKY
kavramının kullanılmaya başlandığı son otuz yıllık süreçte, “insan kaynakları
yönetimi” isimlendirmesi hep sorgulanır olmuştur. "İnsan” ile “kaynak”
kavramlarının yan yana kullanımı ve özellikle “kaynak” kavramının kullanımı çok
benimsenmiş olmak yerine, daha iyi başka bir kavram geliştirilemediği için
kullanılmak durumunda kalınmış hissi vermiştir. Bu çerçevede, kullanılan
kavramların dünyayı ve olayları nasıl algıladığımızı etkilediğini kabul
edersek, insanı bir kaynak olarak tanımlamak, insanları başkaları tarafından
kullanılan “para” ve “sermaye” gibi pasif nesneler olarak görmeye götürebilir.
İnsanı bir kaynak yerine “ortak” ve “değer” gibi bir kıymet olarak kabul etmek,
insan kaynaklarının ruhuna daha uygun bir yaklaşımdır. Bu fonksiyonu
isimlendirirken bulunacak kavramın, olumlu çağrışım ve algılama yanında,
fonksiyonun içeriğini de yansıtması gözetilmelidir.
Temelinde
Batı’daki sömürüyle oluşan sermaye birikiminin bir sonucu olarak, “insan
kaynağı” kavramı da bu sömürge döneminden kalmıştır. Küresel krizle birlikte
her şeyin yeniden yapılandırıldığı süreçte, geçmişin tanımlamalarının da işin
ruhuna uygun olarak yeniden tanımlanması ve politikalarının da üretilmesi
gerekmektedir. İnsanı örgütsel amaçlara ulaşmak için bir araç olarak gören
insanı sadece stratejik bir kaynak olarak gören İKY anlayışı yerine, örgütsel
amaçlara ulaşmada araç olarak gördüğü çalışanları mutlu ve motive etme amacını
da güden “insan kıymetleri-değerleri” yönetimini koymak daha olumlu bir gelişme
olarak nitelendirilebilir.
İşletmede
çalışanları sadece “hepimiz aynı gemideyiz.” sloganı ile motive ve mutlu etmek
mümkün değildir. Önemli olan aynı gemide, aynı güvertede birlikte olabilmektir.
Yöneticiler birinci sınıf kompartımanda yaşarken, çalışanlar üçüncü sınıf
kompartımanda yaşamaya mahkûm edilirse, geminin istenilen zamanda istenilen
limana varmasını beklemek hayalden öteye gidemez. Örnek olarak verecek olursak,
yöneticiler misafirlerle aynı salonda ‘ala cart’ olarak yemek yerken,
çalışanlar yani stratejik ortağınız, yani en öncelikli değeriniz, kaynağa indirgenen bir sömürü metası görülerek ayrı bir
salonda tabldot usulüyle yemek yiyorsa, motive olamaz. Eğer çalışanlarınız,
“hanımefendi ve beyefendilere hizmet sunan hanımefendi ve beyefendiler” ise,
onların da yöneticiler gibi aynı kalitede ve çeşitlilikte yemekleri yemesini
sağlamak gerekmektedir. Bu bağlamda, çalışanlar kendilerine de en az
yöneticiler kadar değer verildiğini, önemsendikleri duygusuna sahip olmalıdırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder