İKY’ye dair bütün yenilik, değişim
ve dönüşüm iddialarına karşın getirilebilecek daha radikal kritikçi yaklaşımın
temel başlıklarını aşağıdaki çerçevede özetleyebiliriz:
·
İnsan kaynakları yönetimi yaklaşımının
öne sürdüğü yenilik söylemi, eski
sömürgen politikanın küresel koşullara göre uyarlanan stratejilerden başka yeni
olarak kabul edilebilecek bir yaklaşımdan başka bir şey değildir,
·
Eski bürokratik yönetim modeline
alternatif olarak gösterilen insan kaynakları yönetimi kavramı ile bürokratik
kurallar yerine insan odaklı bir değişim gerçekleştiği savı irdelendiğinde,
klasik okuldan neo-liberalizme her dönemin şartlarına göre uyarlanarak
değiş(tiril)en yönetim bilgisinin temel çerçevesi ve amacı hep aynıdır:
Kapitalin büyüme aracı eninde sonunda emektir ve emeği temel alan tüm yönetim
sistemleri, onu artı-değer üretiminin güvence altına alınması yönünde
araçsallaştırır. Tam da bu nedenle, insan hem doğrudan üreten hem de tüketen
olarak sömürenin ve sömürülenin kaynağıdır. Sömürülen şey ne ise denetim altında
tutarak izlenmelidir; bunun yakın markajını da İK sağlar,
·
İnsan kaynakları yaklaşımını savunanlar,
geleneksel endüstri ilişkilerinden farklı olarak, insan kaynakları yönetiminde
“çalışanlar ile yöneticiler arasında çıkar farklılığı olmadığını” tezinin İKY
anlayışı ile getirilen bir yenilik olduğunu savunurlar. Hâlbuki şirketin
kazanmasının çalışanların da kazanması anlamına geldiği yönündeki söz konusu
tez, erken kapitalizmden beri yinelenen bir görüştür ve bugün yeni liberalizm
ile birlikte bu görüşün zirve noktası olan şirketlerin kazanmasının toplumun ve
ülkenin kazanması ile eşdeğer sayıldığı zamanlara gelmiş bulunmaktayız. Bu
bağlamda dünya üzerindeki gelir dağılımının ne şekilde gerçekleştiğini görmek
bu tezin nasıl bir balon olduğunu göstermesi açısından tek başına yeterlidir,
·
Kapitalizmin ortaya çıkmasından bu yana
ondaki aşırı karlılık ve verimlilik tutkusu, stratejik ekseni yapılandırır ve
bunun üzerinde geliştirilen stratejiler, çalışandan/insandan daha fazla verim
alabilmek amacıyla onu sadece üretimin bir girdisi olarak görür ve kullanır. Bu
meyanda İK, işletme çıkarlarının karşılanmasında çalışanlara yönelik köprü
vazifesi görmektedir,
·
Stratejik düzlemde İKY’nin
işlevlerindeki ortak özellik insanı mekanik bir bakış açısıyla ele alan
çalışmalar yapmasıdır. Bütün insan odaklılık söylemlerine karşın insanı
değersizleştiren ve onu metalaştıran bu mekanik bakış açısının İKY yaklaşımında
değişmek bir yana daha da belirgin bir hale geldiği görülmektedir. İşletme
yönetimin insan üzerinde tahakküm kurmaya ve onun emeği ve bilgisinden daha
fazla yararlanma eksenli temel ilgisinde herhangi bir değişiklik yoktur. İK
yaklaşımının yüzyılı aşkın bir süredir bilinen yönetsel davranış üzerindeki
bilgileri küçük teknik değişikliklerle ve yeni bir ambalajla bize sunmaktadır. Aynı
yenilik iddiasının yüzyıl önce Taylor’un “Bilimsel Yönetimin İlkeleri” başlıklı
çalışmasının da temel iddiası olduğunu ve o dönemde verimlilik artışı getiren
model olarak benimsenen bu ilkelerin daha önce de uygulamaya konulduğu ve bugün
İK alanında sıklıkla yinelenen “insan kaynağımız sahip olduğumuz en değerli
kaynağımızdır” şeklindeki beylik söylemlerin Taylor, Mayo, onların arkasından
gelenlerde ve personel yönetimi kitaplarında da sıklıkla rastlandığını unutulmamalıdır.
Bu beylik sözler eşliğinde insan odaklı, katılımcı ve demokratik bir yönetime
geçildiği iddialarının herhangi bir dayanağı yoktur,
·
Köklü bir değişim niteliğinde bir
yenilik barındırmayan İKY yaklaşımı kendini önceleyen yönetim pratiklerinden
ayırt edici bir özgünlüğe haiz değildir. İKY’nin yönetim yaklaşımı ve
pratiğinin önceki dönemlere nazaran ayırt edici yönü psikoloji, ekonomi, hukuk
ve iletişim gibi disiplinleri daha araçsal bir biçimde kullanmaktadır. Zaten
yeni liberal dünya görüşü bütün dünyada artan egemenliğini bütünüyle bilimi de,
pragmatik düşünceyi de işletme çıkarları emrine, ekonomik verimlilik amacına
tahsis etmeye çalışmaktadır. Hâlbuki bir bilgi dalına, bir disipline bilim
denilebilmesinin ön koşullarından biri toplumun bütününün ya da en azından
çoğunluğunun çıkarlarına hizmet etmesidir. Sadece şirket çıkarlarını gözeten
anlayışların günümüzde artan egemenliği toplumsal değişime yönelik inançların,
toplumsal bütüne ilişkin düşüncelerin itibarsızlaştırılmasından
kaynaklanmaktadır. Kanımızca, İKY de dâhil olmak üzere tüm yeni bilgi
dallarının bu çerçeve içerisinde yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
Tüm
bu kritikçi yaklaşımlar ışığında, bizlere birer sihirli reçete ve alternatifsiz
gerçeklikler olarak sunulan bu tür moda modellerin günümüzdeki popülerliği göz
önünde bulundurulduğunda, bunların iç yüzünü ortaya koyan çalışmaların
çoğalması, performans yönelimli insan ve yönetim anlayışlarının, kısaca “vahşi kapitalist dünya görüşünün” insanı
nesneleştiren yaklaşımına karşı ihmal edilmemesi gereken bir mücadele alanını
temsil etmesi gerekmektedir.
İKY’nin
yaklaşımları ve uygulamalarına dair kritiği yeniden güncel kılan en son gelişme
2009 yılında patlayan dünya ekonomik bunalımıdır. Söz konusu yılda ortaya çıkan
küresel ekonomik kriz, insana ve çalışana bakışı tekrar tartışmaya açmıştır.
Dünya ekonomisindeki eksen kaymasının en modern İK’yı gerçekleştiren
kurumsallaşmış dev şirketleri de vurması, insanın işletmedeki yeri, rolü ve
önemi ile ilgili tartışmaları hızlandırmış ve yeni arayışlara sevk etmiştir.
Sıkça
ortaya atılan, hızla benimsenip yine yerini hızla yenilerine bırakan yönetim
teorileri moda ürünlere benzetilmekte, ortaya çıkış ve benimsenme nedenleri,
yayılma modelleri ve uygulanmaları “yönetim modaları” literatüründe sıkça
tartışılmaktadır. Yönetim modaları, yönetim modalarının değişmez genel bir
teorinin olmadığı durumlarda ortaya çıkan, belli bir topluluğun üyelerince
taklit süreçleri ile desteklendiği geçici akımlar olarak tanımlanmaktadır. İşletmecilik
literatüründe sıkça ortaya atılan, gerek akademik gerekse uygulamacılar
arasında hızla yayılan bu akımların bir kısmı kalıcılaşarak teorik gelişmeye
olanak sağlarken, diğer bir kısmı hızla yok olmaktadır.
Yöneticilerin
bu yönetim modalarını işletmelerinde uygulamak ve uygulatmak istemesinin
nedenleri arasında, yöneticinin yenilikçiliği, mevcut tekniklerden duyduğu rahatsızlık
nedeniyle yenilik peşinde koşması, üst yönetim ve paydaşların gözünde ilerici,
rasyonel ve başarılı olduğu yönünde statüsü yaratmaya ya da mevcut statüsünü
güçlendirmeye çalışması sayılabilir.
Geçicilik boyutu ele alındığında
yönetim modalarının, işletmelere potansiyel zararlarından bahsedilebileceği
gibi, literatüre bazen önemli yeni kavram ve/veya metodolojiler ekleyebildiği
ya da en azından ilgilendiği olgu ile ilgili olarak geniş bir kitlede
farkındalık ve/veya ilgi yarattığı, hedef kitleyi konuya hassaslaştırdığı da göz
ardı edilmemelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder