Carl
von Clausewitz’in meşhur eseri Savaş Üzerine (Vom Kriege) ile tanışmam 1983
yılında Lenin’in Eserleri üzerine yaptığım bir tez çalışması ile oldu. Lenin’in,
Clausewitz’in eserinin belirli bölümleri üzerinde bizzat kendi el yazısı ile
aldığı notları son derece ilginç bulmuştum (Lenin Clausewitz’den öğreniyor).
Bilhassa politikayla ilgili olarak yaptığı betimlemeler ile öncel olarak
siyaset teorilerinin uluslararası ilişkileri kapsayan yönüne dair tezlerini ve marksist
kuram üzerinden türettiği kendine özgün tarzdaki materyalist diyalektik temelli
politikaya (marksist-leninist doktrin) ilişkin yorumunu son derece etkileyici
bulmuştum. Diyalektiğin büyüsü! Lenin’in çıkarım-yorumsaması oldukça
etkilendiği bu eserden hareketle, onun siyasi taktik ve stratejisinin kuramsal
çerçevesini ve tanımını belirlemiştir.
Anglo sakson bilim felsefesinin ağırlıklı tüme
varımsal yaklaşımına dayalı bölümleme-parçalama metodu doğrultusunda,
politikayı en basit anlamıyla iç ve dış olarak ayırması, ürettiği reel politiği
de bu ayrım üzerinden uygulamasına karşın, marksist-leninist pratik
-Clausewitz’in sıklıkla ve ısrarla vurguladığı gibi- sürekli tümsel olarak görülen politika
tarafından belirlenir. Bu bağlamda, politika bütünsel ve her daim öncel
olandır; diğer tüm oluşlar tümsel olanın, yani politikanın araçlarıdır. Politik
istem, bölünmüş-parçalanmış uygulamalarda dahi her bir parçayı politiğin tümsel
varlığına uygun ve uyumlu olarak yine bir bütün olarak kavrar ve
gerçekleştirmeye çalışır. Savaş, barış, ekonomi, uluslararası ilişkiler,
diplomasi, toplumsal kurumlaşmalar, hatta bireyselleşmenin bazı önemli
elementleri dahi politikanın diğer araçlarla devamıdır ve tamamı politikaya
tabi kılınmıştır. Buna göre, diğer bir açıdan bakıldığında politikanın
araçlarının unsur olmaktan maada birer suret, yansıma olduğu çıkarımının
tartışmaya değer bir husus olduğu kanısındayım.
Clausewitz’in
eseri üzerine yapılan çalışmalarda genel olarak her ne kadar strateji kavramı
öne çıkarılsa da, şahsım açısından eserin anasırını politika olgusu
oluşturmaktadır. Stratejinin politikanın yan bir ürünü, aracı olduğunu
belirtmiştim. Çalışmamın başlığındaki “kapsayıcı strateji” ile işaret ettiğim
husus, aslında politikanın bir bütün olarak stratejiyi üreten sistematik ve
dinamik tümsel bir yapılanma olmasından ve kavramın sonuna veya başına
“herhangi bir kelimenin” konulduğu “strateji” söylemlerinden (stratejik öngörü,
planlama, mimari, liderlik, yönetim vs.) ve bunun getirdiği “dayanılmaz
parçalanmayı” toparlama çabamızdan kaynaklanmaktadır. Bu türden eklemeler
baktığımızda konunun gittikçe dağıldığını ve kontrolsüz bir şekilde kendi
içinde de bölündüğünü görüyoruz. Farklı çevrelerin kendi bakış açıları
doğrultusunda “strateji” olgusunu dört bir yandan çekiştirdiğini
gözlemlemekteyiz. Böylece her alanı ayrı ayrı sahiplenen kuruluşların, eğitim
kurumlarının boy gösterdiği, toparlayıcı düşünmenin bölük pörçük edildiği bir
“strateji katmanları pazarı-evreni” oluşturulmaktadır. Bu durum kafa
karıştırıcı olmanın ötesinde, somut ve soyut anlamda çeşitli rantlara,
sömürülere kapı açmaktadır. Bir kavramın-olgunun evirilme süreçlerinden geçmesi
ve insanın düşünme kabiliyetinin özelliklerinden dolayı parçalanması doğaldır.
Ancak, belirli aşamalardan sonra bu denli parçalanmanın getirisi onun bitişi
anlamına gelebilir. Bu nedenle, kavrama dair oluşturulan paradigmaların bu gidişle sürekli yamamalarla
kavramının başına daha çok kelime ve yorum gelecektir. Bu “zıvanadan çıkma”
halinin ya önüne geçeceğiz ya da bu olguyu yozlaştırıp tüketeceğiz. Bundan
dolayı bu meseleye kapsayıcı bir anlam
yükleyip, toparlayıcı bir kavrama odaklanacağız: Stratejiden söz edilen ve onun
etkin uygulanmaya çalışıldığı her türlü ortamın veya durumsallıkların kökeninde
başat oluşturucu olarak politika yatmaktadır.
Politika
olgusunun tümselliğini iyi anlayan diğer bir ismin Adolf Hitler olduğu
görüşündeyim. Ancak, onun anlamlandırma ve aktarımdaki pragmatist yaklaşımı ve
bundan neşet eden totaliter ve şiddet eğilimli uygulamaları, potansiyel faşist
ve ırkçı uyanışı tetiklemiştir. Bu durum insanlık tarihinin belki de en ağır
dramının yaşanmasına ve bir toplumun çöküşüne sebep olmuştur. Bu ve benzer
örneklerin gösterdiği üzere, bir olgunun anlaşılması ve anlamlandırılmasında
belirli potansiyel riskler bulunmaktadır. Bu nedenle, bu süreçlerin okumasının
çok iyi ve titizlikle yapılması ve olası risklerin olabildiğince geniş kapsamlı
olarak tespit edilmesi elzemdir. Politikanın bu noktalarda yüzleşeceği en
kritik risklerden biri yönetim belitinin, totaliterlik ve şiddet uygulama
risklerini barındırmasıdır. Bundan dolayı, günümüzde insanları ilgilendiren her
türden organizasyon aygıtlarının sevk ve idaresinde, risklerin karşısına
bertaraf edici veya koruyucu mekanizmalara dair uygulanabilir nitelikli
aksiyomlar geliştirmemiz şarttır. Yönetime dair olan risklere karşı
geliştirilmesi gereken önlem modelleri arasında, “İyi Yönetişim” yapılanmasının
son derece elverişli olduğunu düşünüyorum ki, bu çalışmada sunulan favori
modelleme bu olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder