10 Ekim 2014 Cuma

İş’in Teorisi 9/4: Kapsayıcı Strateji – Teori ve Pratik Sorunu

Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü fethettikten sonra Haçlı kumandanının “bu Kudüs gerçekten bu kadar insanın ölmesine değecek kadar değerli mi? Kudüs neyi ifade ediyor ki?” şeklindeki sorusuna önce “hiçbir şey” şeklinde cevaplamış, kısa bir sessizlikten sonra ise “her şey” demişti. Teori ve pratik olgularının yerlerini değiştirerek karşılarına Selahaddin’in her iki cevabını da yerleştirebilirsiniz; sonuç bir benzeri olacaktır. Biri fikir-düşünce, diğeri eylem-olay olan iki gerçeklik öncelikle bağlantı/ilinti ve diğer yandan illiyet çerçevesinde ayrılmaz tamamlayıcı birer bütünsel parçalardır. Teori-pratik sorunu, klasik felsefeden bilimsel bilgiye değin problematik konu başlıkları arasında yer alan ve aynı zamanda günlük yaşamda da üzerinde tartışılan bir mevzudur. Bilim teorilerinde de problematik bir alan olarak nitelendirilen teori-pratik konusu, özellikle didaktiğin ve pedagojinin öncel ve önemli araştırma-inceleme sahaları arasında yer almaktadır.
Bu sorunun çalışmamız açısından önemi, Clausewitz’in eserindeki bazı hususların bu bağlamda dillendirilmesi ve strateji konusunda da aynı sorunun güncelliğini hiçbir zaman –özellikle kadim ilmi yitiren modern dünyada- kaybetmemesidir. İlgili probleme yaklaşımımız ağırlıkla kritikçi rasyonalizmin perspektifinden olacaktır. Halen hayatta olan ve batı bilim dünyasının Germen düşün sahasından çıkan ünlü düşünür ve bilim teorisyeni Hans Albert’in bilimsel teori öğretisi (Alm. Wissenschaftslehre) alanında ürettiği bazı eserlerinde işlediği bu konunun doğru anlaşılıp değerlendirilmesi, başta bireysel açıdan sonra da işletmelerimiz açısından önem taşımaktadır. Türkiye’de işletmelerin büyük çoğunluğunda örtülü bir önyargı oluşturulan ve bu nedenle uygulamalarda çok yönlü eksikliklere ve kalitesizliğe neden olan bu problemin aşılması zorunludur. Ülkemizde temelini entelektüel sahada da kökleştiren söz konusu sorunsal, başka bazı bozulumlara da yol açmaktadır: Tembellik, atıllık, zamana dair değer yargısı eksikliği, plansızlık, sabırsızlık-sebatsızlık, zihinsel ve vizyonel daralma vs.
İster dolaylı isterse dolaysız, fikir ve düşüncelerden hareketle oluşan eylemler veya daha derin ve geniş kapsama haiz “çok boyutlu” olaylardan kaynaklansın; netice itibarıyla ortada duran olgu ya da olgular dizini zihinsel işlemlerin muhatabıdırlar. İşte bu zihinsel işlemlerin ürünleri, aksiyomları ve netice itibariyle de kuramların zeminini oluştururlar. Teorilerin yapılanmasında tamamen bilişsel süreçler rol oynayabilir, ama asli kök insana bağımlı veya onunla ilintili, ancak bazen de ondan tamamen bağımsız oluşan olgulardır. Netice de insan her olgunun yapıcısı rolünde değildir, ama bilincinde olsun veya olmasın onunla ilinti içindedir. Hangi tarzda olursa olsun, fark edilen olgu çeşitli biçimlerde zihinsel işleme sokulur ve bu işlemi müteakip zihni olan ya öylece kalır veya tekrar olguya dönüş yapar. Bütününe bakıldığında tüm bu aksiyon, hem teoriyi hem de pratiği özgün düzleminde bir arada barındırır. Yani kuram ve pratiğin, çıkarımlar ya da sonuçlar ne olursa olsun özde karşıt olmaları söz konusu değildir. Bu nedenle, teori-pratik ikileminde keskin karşıtlık gören-bulan bir anlayış, yüzeysel-düz bir bakış açısının ürünüdür; son derece basit ve indirgemeci bir görüştür. Ama bu şu demek değildir: İyi bir teori iyi bir pratiği oluşturur ya da tersi. Böyle bir bakış açısı, bir kuramı kavramış ve ona inanmış insanları derin bir boşluğa itebilir, yani onlara uygulama sahasında pratiğin şokunu yaşatabilir. Bundan dolayı, Sir Karl R. Popper’in de vurguladığı gibi; “Bilgimiz, bildiğimiz kritik küçük bir parça, hipotezlerden bir ağ, tahminlerden bir dokudur.
            Bir konuya ilişkin proje bazlı çalışmalarda çeşitli konseptleri denememiz iş hayatında alışılmış bir faaliyettir. Bunlar kısmi olarak teorik karakter taşısalar da, gerçek anlamda ilişkili bağlam açısından teorik çerçevenin eksikliğini barındırırlar. Ülkemizde yaygın olan yaklaşım bu şekilde iken, örneğin dünyanın batı yakasının etkin kültürlerinde (özellikle Almanya’da) ağırlıklı olarak teorik çerçevenin gerekliliği-zorunluluğu vazgeçilemez öncel koşuldur. Bu durum modellemelere dayalı çalışmalar için de geçerlidir. Aslında ister teorinin pratikle örtüşmediğinden dolayı teorilere mesafeli duralım, isterse bunun tersi görüşte olalım; gözden kaçırmamamız gereken -tespit ve formüle edebileceğimiz- husus şudur: Teori-pratik ikileminde yapacağımız tartışmaların sonucunda tek yönlü bir karara saplanmamız, bizi tefekkür nimetinden mahrum kılacak ve bir takım mitlerin etkisinde kalmamıza neden olacaktır. Çalakalem çalışmak, titiz planlar yapmaya gerek duymamak, işleri yarım bırakmak, acelecilikten kaynaklanan ve sil baştan yeniden başlamak için zaman kaybettiren geri dönüşler, geliştirme mantığının eksik kalması vb. Zaten paradoksal olan bir husus da, teoriye karşı takındığımız “gereksizlik” tavrı ve işe hemen, kendi deyişimizle pratikten bir an önce başlayarak zamandan kazanacağımızı zannetmemizdir. Ama gerçekte, hangi tür girişimlerde daha fazla zaman ve enerjiyi boş yere harcamaktayız?
Her ne kadar bir teori, davranışlar ve edimlere dayalı bir işi veya olguyu, bunların gerçekleşmeleri bir takım değişik faktörlere bağlı olduğu için durumsallığı (Alm. Gestalt) tam anlamıyla kapsamasa da; her hâlükârda, teori yapılandırması bir olgunun yansıtılması ve tasviri için dikkate alınmaya değerdir ve anlamlıdır. Bu nedenle, teori ve pratiği birbirinden keskin bir şekilde ayrıştıran ve bunları karşıt olgularmış gibi addeden görüşler hatalı algılara ve anlamalara yol açmaktadırlar. İki kavramı yekdiğerine uyum sağlayan bağlamda görmek, teori ve pratik anlayışımızı elverişli kılacaktır. Albert’in de vurguladığı gibi, en yalın şekliyle –günlük yaşamda dahi- tüm teknolojik kazanımlar ve diğer pek çok kullandığımız aletler veya aldığımız hizmetler sonuç olarak teori ve pratiğin ayrılamaz etkileşimi sonucunda ortaya çıkarlar. Albert’e göre, günlük yaşamdaki pek çok sorunun çözümünde kuramsal düşünmeye dayalı yaklaşımlar büyük önem arz ederler. Yanlışlanan bir teorinin (ayrıca yanlışlık kötü bir şey de değildir) sağladığı çıkarımlar ve yaşama taşıdığı açıklamalar da ki, bunlar bir noktada a posteriori uygulama için birçok yardımcı unsurlar sunabilirler. Ama ne olursa olsun, insan zihni işlevinin doğası gereği, uygulama öncesinde işe girişmeden hemen önce –rutinler hariç ki, onlarda dahi çoğu zaman dâhil- varsayımlar üretir; yani a priori yarar sağlama yolunu seçer.

Azımsanmayacak derecede fazla sayıda şirket üst düzey yöneticisinin gerçek anlamda “politika zorunluluğu” olut-koşulunu, anlayamama veya işin yapılışı açısından, politikayı zahmetler oluşturan bir engel ya da hantallaştırıcı ve pratik karşılığı olmayan nazari bir meşgale olarak görmesi ve sair nedenlerle işletme ajandasının ilk ve en önemli ilkesel maddesi olarak kabullenmediğini sıklıkla müşahede etmekteyiz. Ama strateji söz konusu olduğunda, bunu adeta oybirliği ile onaylamaları, fakat stratejiyi onu üreten ve yönlendiren politika olgusundan kopuk olarak yürürlüğe koyma girişimleri, yönettikleri şirketi “götürü işletmeler” olarak sınıflandırmalarından başka bir şey değildir. Türkçe’deki “bakkal dükkânı gibi şirket” deyişi bu açıdan tam yerinde bir tabirdir ve ilginç olan söz konusu tipteki yöneticilerin şirketlerindeki çalışmalara ve çalışanlara ilişkin şikâyetlerinde, yakınmalarında aynı deyişi kullanmalarıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yönetimin Sosyolojisi: Çok Katmanlı Sistemler ve Ticari İşletmelerin Temel Gerçekliği - 3

Araçsallaştırılan yönetişimi dinamik kılan başlıca unsur eyleme yönelik olması ve eylem araştırmasında temellendirilmesidir. Söz konusu ey...