Strateji kavramının tanımlarında –ki bu konu üzerine baskın bakış
açılarını yansıtırlar-, stratejinin; sert veya ılımlı güç kullanımı veya gücü
kullanma baskısının oluşturduğu korku vasıtasıyla, yani bir nevi gözdağı vermek
suretiyle, diğer çeşitli öğelerin de desteğiyle politikanın belirlediği hedeflerin
elde edilmesi ve güç elemanlarının hazırlanması olarak tasvir edildiği hususu
hâkim bir biçimde öne çıkmaktadır. Görüşümüzce, kürevi sosyal ve diplomatik
ilişkilerin tamamen dışında, yalnızca iktisadi alan çerçevesinde düşünüldüğünde
büyük veya küçük olsun, tüm şirketler için geçerli olan işletme yönetiminin
anasırının politikadan başka bir şey olmadığıdır. Buna göre, yukarıda
bahsettiğimiz strateji tanımlarının gerek genel anlamda gerekse özelde,
kavramın savaş olgusu üzerinden tarifi ve bunun ekonomik sahaya işletmesel temelde
aktarımı yüzeysel olması bir yana, aynı zamanda malul iktisadi kuramsal girişimlere
yol açmasıdır. Bu türden bir algının getireceği anlamanın sonucundaki anlamlandırma
stratejiyi odağa yerleştirmeye ve onu asli unsur zannetmeye yol açar. Diğer
yandan, strateji sözcüğünün kendine has bir çekim kuvveti vardır. Mesela üzerinde
konuşulan bir konunun olduğundan fazla anlam ifade etmesini ve etki bırakmasını
istiyorsak “stratejik” olduğundan dem vurmamız yeterlidir. Bu da cilalanan
imajı ile strateji kavramını çekici kılar. Ama gerek geçtiğimiz gerekse içinde
bulunduğumuz çağda politikanın stratejiyi sadece planlamalara dayalı araçsal
bir yol olarak ürettiğini ve/veya sunduğunu kavrayanlar, Clausewitz’in “stratejide her şey çok basittir, ama bu
işleri kolaylaştırmaz” belirtiminin okumasını tefekkür ederek
yapabilenlerdir. Strateji açısından politikanın öne sürdüğü baş koşul,
olabildiğince geniş kapsamlı ve çok sayıda diyalektik prensip temelinde
varsayımlar oluşturulmasıdır. Politika doğal işlevi olarak asli gaye ve bağıl amaçları
oluşturur, hedefleri koyar ve bunlar genelde uzun vadeli başat paradigmaların
geçici ve değiştirilebilen çıkarımlarıdır. Politika bu yönüyle ana ve kapsamlı
konuyu adeta yaratır. Ama konunun-gayenin alt başlıkları olan amaçlar ve
hedefler her zaman değiştirilmeye hazır maddelerdir; zira politika “soyut, böylelikle kendine özgün transandantal
bir varlık” olarak insan yaşamında yer alır. Peki, böylesine soyut bir
kavramın yaşamı bu denli etkin bir şekilde biçimlendirmesi nasıl mümkün
olabilmektedir? Bu sualin ortaya koyduğu problemi
anlamamız, bu çalışmanın ana tezinin de anlaşılmasına vesile olacaktır!
İşletme modellemelerinin metodolojik çalışma
çerçeveleri, sunduğu nazari düşünceler dizini ile bilhassa yeni yüzyılda strateji
sözcüğünü merkeze yerleştirme eğilimindedir. Küreselleşme ve iş hayatındaki
hızlı değişimler işletmeleri başarılı olabilmeleri için yeni yetenekler
geliştirmeye ve daha güçlü olmaya zorlamaktadır. Bu yüzden işletmeler,
gelecekte daha başarılı bir şekilde rekabet edebilmelerine olanak sağlayacak
bir yapıya kavuşabilmek için çeşitli gelişim ve değişim yöntemlerinden
faydalanmakta veya yeni yönetsel yaklaşımları uygulama yoluna gitmektedirler.
Bu bağlamda, işletme ile çevresi arasındaki ilişkilerin düzenlenmesini öngören
ve öyle adlandırılan “stratejik yönetim”
yaklaşımı, işletmelerin rekabetçi konumlarını güçlendirmelerine katkı
sağlayacak bir yönetim uygulaması olarak değerlendirilebilir. Bu önerme
politikanın ne olduğunun iyi anlaşılması ve hatta içselleştirilmesi halinde
pratik bir değer ifade eder; yoksa pek çok şirkette olduğu gibi havada asılı
bir sıfat tamlamasından öteye ve binlerce işletmenin kuruluşunu müteakip ilk
beş yıl içinde kepenk indirmesinin önüne geçemez.
Bir şeyi anlamamız
genel olarak algılama ve o şey üzerinde iradi veya gayriihtiyari belirli
kararlar çerçevesinde oluşturduğumuz kanaatlarla başlar. Yani ağırlıklı olarak bilişsel
kaynaklıdır. Doğru veya yanlış, anlama işlevini kanaatlerimiz üzerinde tefekkür
etmeden, kritikçi akılcı, hatta imkân dâhilinde ise deneysel sınama ve
sorgulamalara tabi tutmadan içselleştirdiğimiz takdirde olgun bir anlamlandırma
aşamasına geçmemiz mümkün değildir. Bu durumda bakış açımızı şekillendiren
belirleyici unsur, eşyayı/nesneyi sadece öznel zaviyeden okuma işleviyle
sınırlı olacaktır. Hâlbuki anlamlandırmanın öncel koşulu nesnenin bir de kendi
üzerinden okumasını yapmakla olasıdır. Anlama ve anlamlandırma süreçleri başat
şartlardan yoksun ise, eriştikleri düzey “günlük bilgi” mesabesindedir. Bu tür
bilgiler yaşamımız açısından çok önemlidir, ama gerek insan gerekse ürünü olan
işletmeler günlük bilginin dışında derinlik içeren ve sunan bilgilere, yani
kuramlara gereksinim duyarlar. Burada derinlik ile kastedilen illa ki karmaşık
düşünsel sistemlere ilişkin değildir, aksine karmaşık olan veya kompleks hale
getirdiğimiz modellemelerin basitleştirilmesidir de. Örneğin, A.B.D.’nin en
büyük yoğurt üreticilerinin başında gelen ve bir Türk’ün sahibi olduğu (Hamdi
Ulukaya) Chobani şirketinin ulaştığı liderlik konumunun öyküsü incelendiğinde
şirket politikasının işin başlangıcı aşamasında 11 maddeyi içeren bir
manifestoya dayandığı ve bu maddelerin her birinin ihtiva ettiği eylemlerin
belirlenen politikanın ürettiği stratejinin-stratejik adımların yansımaları
olduğu görülecektir (Capital Dergisi, 2014/4 sayısı, S. 95).
Ulukaya’nın işletme
manifestosunun bilhassa 1. ve 9. maddelerindeki belirtimi de burada
bahsettiğimiz hususlara işaret etmesi açısından dikkat çekicidir: ”İlk işim pazarı anlamaya çalışmak oldu. Tek
başıma gidip marketlerde insanların yoğurt alma davranışlarını inceledim… İşin
çok karışık olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Benim için basit düşünmek önemli.
Ben organizasyona değil, ürüne odaklandım. Organizasyon sonra geldi.”
Strateji sözcüğünün
kavramsal anlamda işletme yönetimi alanına taşınması 1960’lar sonrasında
başlamakla birlikte, asıl yoğunlaşma 1980’li yılların sonudur. Strateji
kavramının daha önceki tanımları genellikle şirketlerin yapılanmaları ve
geleceğe yönelik kestirimleri ve daha yüzeysel planlamalar ile ilgili iken; günümüzde
küreselleşmenin getirdiği sert rekabet ortamı işletmeleri çoklu alan kombinasyonlarını
kapsayan, sonuçta farklılık yaratma, somut olduğu kadar ve hatta daha da fazla
soyut değerler üretme, markalaşma ve duyguları ön plana alan arzulama ve daha
ağırlıklı olarak “insandan insana (H2H)” modelleri üzerinden pazarlama
fonksiyonlarını marka yönetimine dayalı olarak uygulamaya; buna paralel olarak
örneğin şirketlerin gelişimi için başarılı üretim ve pazarlama hedefleri kadar
aynı şekilde çalışanlar ve ortaklara yönelik olarak da H2H doğrultusunda derinlikli
stratejik çalışmalar yapmaya zorlamaktadır. İşletmeler için tüm bu stratejik
çalışmaların göbeğine “içselleştirilmiş kapsayıcı iletişim” olgusu oturmuştur.
Dünyada pek çok ilki başlatan ve uygulayan P&G ve Unilever gibi şirketlerin
en başta insan ilişkileri ve değerleri olmak üzere, üretimden başlayarak
pazarlama-satış fonksiyonlarına kadar tüm işletme süreçlerini kapsayan üst
başlıklar “marka ve iletişim” unsurlarıdır. Bu çerçevede, insan kaynakları
anlayışının insanileşme-insan değerlerine dönüşmesi, marka ve iletişim mefhumlarının
öncelikle insana dair olan üzerinden şekillenmesi ve işletme molekülünü
sarmalayıp kuşatması bir şirketin politikasının düşünsel ürünleri olarak
kapsayıcı strateji için modeller sunar. Ancak, politikanın varlık
bulabilmesinin ön şartı harstır. Şirket ve ona özgün iş kültürünün oluşup
yeşermediği, yaşam olanağı bulamadığı işletmeler ise politikanın inşasına malik
olamazlar ve bireysel veya grupsal keyfiyetleri politika zannederler. Politikanın
inşası bir şirket için onun olgunlaşarak sağlam bir temel üzerinde yapılaşacağının
garantisi değildir. Bunun realizasyonu süreklilik, istikrar gerektirir.
Clausewitz’in de strateji hususunda işaret ettiği ve vurguladığı istikrar
koşulu aslında politikanın egemenliğine dikkati çekmektir.
Günümüzde hala
strateji olgusunu anlama ve anlamlandırma yolunda, birçok işletme yöneticileri,
akademik çalışmaların dışındaki bazı tipik kaynaklara yönelerek kısmen kitap
okuma ile direkt ve basit yollardan öğrenme yolunu tercih etmekte ve buna ilave
olarak sıradan etütleri ve uygulamaları içeren softskill eğitimler aracılığıyla
neticede sertifikadan başka değer taşımayan bir takım belgeleri elde etmekten
öteye gidememektedirler. Çalışma hayatında pek çok işadamının ve yöneticinin
stratejinin ne olduğunu bilmediklerine, üstüne üstlük bilmediklerini
kendilerine göre uyarlamalarla çalışanlarına aktardıklarına şahit oldum. İşin
daha garibi, çalışanlar arasında konuya hâkim genç, ama deneyimsiz bazı
elemanların bu durum karşısında şaşırdığını veya bunu alaya aldıklarını,
bunlardan pek azının kendilerine aktarılana itiraz ettiklerini, fakat
karşılaştıkları negatif tepkiler nedeniyle belirli aşamalardan sonra artık
görüş dahi belirtmediklerini gözlemledim. Bu tip durumların dünyanın her
ülkesinde var olduğu vakıadır; ancak ülkemizde bu hastalıklı davranışın –ne
yazık ki- fazlaca geçerli ve oldukça yaygın olmasının bu bölümün başlığını
oluşturmasındaki rolü çok büyüktür.
Yukarıda sözünü
ettiğimiz örnekler ve saptamalar üzerinden yaptığımız okuma sonucundaki
çıkarsamamız şudur: Bir olgunun veya mevzunun gerçekliği yönüyle algı
mesabesinde veya onu da aşıp “ana başlık” olarak anlaşılması ve bu doğrultuda
eyleme gitmemiz yanıltıcı ve dar kalıplı düşünce şablonları oluşturmamıza, davranışlarımızın
sınırlanmış çerçevelerde takılıp kalmasına, hatta ileri aşamalarda dogmalarda
ve/veya sanrılarda saplanmamıza neden olacaktır. İşletmelerde yönetim
anlayışının mutlaka ön takılara bağlı kalmadan belirleyici unsurun politika
gerçekliği olduğunun ve gelişime dair fikirlerin öncelikle bu gerçekliğin daha
iyi anlaşılması için kullanılması elzemdir. Zira bu husustaki anlama işlevi
anlamlandırma ile karşılıklı etkileşim içindedir. Politikanın kendine açılan
alan ile daha iyi anlaşılacağı ve genişletilmiş-genleşmiş politik alan
üzerinden gerek bireysel gerekse ortak aklın çok daha iyi gelişeceği ortadadır.
Politik alan açılımlarını sağlayan ise öz-ü-gürlük ilkesini şiar edinmektir. Önce
anlama-anlamlandırma etkileşimi ve bunu müteakip sarih retorik ve etik
rehberlik, aktarımdaki sorunları da en aza indirgemeyi ve böylelikle
diğerlerinin de “zamanı gelmiş”
işlenmiş bilgiye erişimini mümkün kılacaktır. Bir şirketin politikası yazılı
veya yazısız manifeste edilmiş ana akım objesidir. Strateji ise bu objenin
oluşturduğu alt başlık düzeyinde sunulan bilimsel-nitelikli yolları, yordamları
içerir. Strateji olgusuna değer kazandıran, böylelikle anlam ve erinç aşılayan,
politikanın onu kapsamlı-kapsayıcı kılmasıdır. İşadamı Ayhan Yasan’ın Konya’daki
bir MUSİAD şube toplantısında dillendirdiği şu sözler şirketler açısından çok
önemli olmasının yanı sıra iş dünyamızın içinde bulunduğu genel durumu da
ortaya koymaktadır: “Şirketlerin mutlaka
bir amacı olmak durumundadır. Buna bir örnek olarak Türkiye’de bir şirket kaç
para ise vereceğim diyerek önemli bir Amerikan şirketinin üst düzey
yöneticilerinden birisini 25 bin Dolar aylıkla transfer etmek istedi.
Yöneticinin şirkete ilk sorusu ‘sizin ne vizyonunuz var’ oldu. Şirket buna
cevap veremediği için bu yönetici gelmedi. Bu nedenle kurumun bir varlık nedeni
olmalıdır ki, istikamet nedeniniz olsun. Varlık nedeni yoksa istikamet
belirleyemezsiniz. Politika şirketlerin kurumu, çalışanları, tedarikçileri ve
müşterilerini, yani bütünün hukukunu koruyarak karşılayabilme sanatıdır. Eğer
siyaset gütmezseniz her biri tuttuğunu çeker alır götürür ortada bütün kalmaz.
Siyaset bütün bu gücü bir arada tutup her birini tatmin edecek cevabı verme
sanatıdır. Siyaset özünde teşkilatın organlarının yürüttükleri işlerde
tarafların birbirlerine karşı tutum ve davranışlarının sınırlarını belirleyen
ve özellikle teşkilatı oluşturan tüm fertlerin faaliyetlerinde meşruiyet
kaynaklarından biri olan usul ve kurallar olarak da tarif edilebilir.”
(Konya’daki bir Musiad toplantısından).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder