Günümüz iş dünyasındaki gelişimlerin en
belirgin özelliği, kürevi karaktere haiz olmalarına ilişkin taleptir. Bu durum
bir yandan bireyin dünyadaki müthiş karmaşayı fark edip ürkmesine, hatta
kötümserliğine neden olabileceği gibi, diğer yandan geniş ve ileri teknolojik
olanaklar sayesinde gelişimi geçmişle kıyaslanmayacak derecede yakından
izlemesine ve karmaşa içinde fırsatları daha iyi görebilmesine zemin
sağlamaktadır. Aslında, dünyadaki gelişimler insan için, nasıl farklılıklar
oluşturabileceğine dair ipuçları sunarlar. Bu ipuçları gelecek olarak
adlandırdığımız mefhumun yapı taşlarını oluşturmamızda, bize tasavvur ve
tasarım olanaklarını gösterirler. Geleceğin tasavvuru; bakış açılarının,
farklılıkların çeşitliliğine bilinçlenmenin ve bir medeniyet vizyonunun inşa
tasarımının, insanlık ve ayrılmaz parçası doğa için iyi işlerin bizlere
aktarımının bilgisini içerir. Bu
bilginin, yaşamın bütünlüğünü gözden kaçırmadan okumasını olabildiğince iyi yapabilmek
ve Hz. Ali’nin sözü, “Çocuklarınızı bulunduğunuz zamana göre değil, onların bulunacağı
zamana göre yetiştiriniz”, bizler
için amaç ve hedefi belirleyen son derece yerinde bir önermedir. Konumuzun
merkezinde bulunan politika kavramının belirleyici özelliği de sürdürülebilir
ve akıllı imkânlar içeren sunuların önünü açarak anlaşılabilir-esinlendirici
özelliğe haiz uzak görüşlü olabilme, fark oluşturabilme ve yaratıcılık
becerilerini nesiller ötesine taşımaktır.
Bu çalışmada
odak kavram “politika”dır. Dünyada üzerine ve üzerinden en fazla tartışılan ve konuşulan
konulardan biri, belki de birincisi. Türkçe’de sözlük anlamı; “Devletin
etkinliklerini amaç, yöntem ve içerik olarak düzenleme ve gerçekleştirme
esaslarının bütünü, siyaset, siyasa. Davranış biçimi, düşünce yapısı. Bir
hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşama, zayıf noktalarından
veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma vb. yollarla işini yürütme. Belirlenen
amaç veya hedeflere ulaşmaya yönelik karar ve eylemler bütünü.” gibi
tanımlarla karşılık bulur (http:
//www.tdk.gov.tr). Dilimizde sözcük karşılığı Arapça kökenli “siyasa (at talimi)” olan bu
kelime-kavram, kullanımındaki içeriği açısından çeşitli anlamlarda kullanılır:
Politika, her şeyden önce bir yönetme bilimidir, yani siyaset bilimidir;
hükümet/devlet icraatlarını etkileme, değiştirme veya yönlendirmek işidir.
Devlet yönetimini veya kontrolü ele geçirme ve elde tutma bilgisidir. Bireyler
ve gruplar arasında güç ve liderlikle ilgili olan rekabettir. Yaşanılan zaman
veya gelecek için kararlar almak ve uygulamak için koşullar ve verilerin
ışığında alternatifler arasından seçilen eylem veya eylemleri ortaya koymak,
belirlenen yöntem veya biçimlerde uygulamaktır. Özellikle bir devlet organının
uygulanabilir icraat ve genel amaçlarını ana hatlarıyla açıklayan yüksek
düzeyli planların kaynağı ve oluşturucusudur. Diğer yandan, devletlerin veya
kuruluşların-işletmelerin bazı belirli katmanlarında politikadan anlaşılan ve
bu doğrultuda uygulanmaya çalışılan şudur: Politika,
bir takım maharet ve hünerlerle, çoğu kez
dürüst veya ahlaki olmayan şekilde uygulamalarla karakterize edilen
etkinliklerdir. Ayrıca, Arapça’da “bir işi en güzel şekilde usulüne uygun
olarak yapmak” olarak günlük kullanımda yerini alır. Batı
dillerinde sözcüğün kökeni Yunanca “polis: şehir, topluluk-site” kavramından
neşet eder. Daha geniş tanımlaması kamusal güç kullanımı ve uzlaşma ihtiyacının
oluşturduğu koşullara göre kamusal çıkar çatışmalarının yönetimidir.
Bizim
açımızdan dil kaynaklı anlayışımızda, politika ve siyaset kavramları arasında
belirli bir ayırım yaptığımız; siyaseti daha geniş, politikayı ise daha sınırlı
bir alanda kullandığımız ortadadır ve bu bize özgün bir zenginliktir. Buna
benzer ayrımların yapılması Batıda da politika bilimi alanında mevcuttur ve
genel olarak anglo-amerikan yorumlama sahasından bilimsel-akademik literatüre
boyutsal kavramlar (policy, polity ve politics) olarak aktarılmıştır. Politika kavramının iş dünyasına
aktarımı bu üç boyutlu kavramlaştırma vasıtasıyla olmuştur: ‘Policy’
yapılanmayı, ‘polity’ süreçleri ve ‘politics’ içerikleri kapsamaktadır ve
bunların üst kavramı politikadır. İnsanın yaşamın alanları arasında bilinçli ilişkili-ilintili
olarak etkileşime girdiği hemen her konuda “politika” gerek kavramsallık
gerekse belirleyici olarak, hem teorik hem de fonksiyonel çerçeveyi oluşturur:
Ekonomi politik, yatırım politikası, eğitim-çevre-yayın-çalışma politikaları
vs. Politika üst başlıktır; diğerlerinin şekillenmesi, belirlenmesi ve
uygulanması ona bağ(ım)lıdır. İş dünyasında politika kavramı ağırlıklı olarak
yapılanma boyutu (policy) üzerinde şekillenir ve taban bulur. Bir şirket için
bunun anlamı öncelikli olarak şu öğeleri içerir: Önlemler, kısıtlamalar,
planlanmış hedefler, likidite, kar, güvenlik prensibi, risklerin belirlenmesi
vb. Kanımca bu unsurlardan hareketle yapabileceğimiz en yerinde çıkarım,
Fransız devlet adamı A. Briand’ın “Politika istenilenle,
mümkün olanı uzlaştırma sanatıdır” sözü olacaktır (http://www.hatayvatan.com/politika-yanlisi-af-etmez.html).
Bir şirketin politikası, önemli ve (kaldırabileceği) uygun iç-dış kısıtlamaları
dikkate alarak, kararlı bir şekilde belirlediği amaçlarını gerçekleştirmek için
tüm önlemleri alarak hareket etmesi hususunda taban bulur. Bunun yanı sıra
likidite, kar ve diğer kazanımlar ve kazançlar, şirket
politikasının hedefi olarak güvenlik prensibini –vazgeçilemez
olarak- gerekli ve geçerli kılar. Hâsılı her şirket için risklere karşı
koruyucu önlemleri almak en temel ihtiyaçtır. Genel işletme kavram anlayışının
uygulanmasında her türlü tedbirler şirketin politikasının risklere dair
uygulayabileceği stratejilerin içeriğini oluşturur.
Yukarıdaki
belirtimler çerçevesinde, politikanın iş hayatı veya şirketler açısından iki
önemli ve değerli ana unsuru öne çıkardığını görüyoruz: Güven ve istikrar. Bu
yönüyle, modern anlayışta her kurumlaşmış yapı için siyasetin marifetiyle
ortaya konan en önemli maddelerin bunlar olduğunu söyleyebiliriz. Hatta güven
ve istikrarın unsur olma hüviyetinden maada ilkeler olarak belirlenmesi ve
benimsenmesi daha da yerinde bir belirleme olacaktır. Eğer söz konusu iki kaide,
güven ve istikrar; adillik, hukuka bağlılık, hesap verebilirlik, saydamlık, katılımcılık,
etkinlik, tutarlılık (öngörülebilirlik), sorumluluk, yerinde(n)lik ve ölçülülük
gibi ilkeleri türetip, uygulanır kılıyorsa, politika “yönetişim” olgusundaki
potansiyele kabiliyet kazandırmış olur. Bunların gerçeklemesini istemek bir tür
“ideal yönetim” oluşturmaktan geçer.
Bu ideale ulaşmak için belirtilen ilkelerde hangi derecede veya oranda erişim
sağlanmış ise, politikanın başarısı da o düzeydedir. Diğer yandan yönetişimi
sarmalayan politika, yönetim modellerinde sunulan yatay ve dikey yapılanmalara
ilişkin özgün bir bakış açısına sahiptir: Yatayın anlamı, politikanın bir
işletmenin alan düzleminde barındırdığı her türlü somut ve soyut birimleri
yayılım ile kapsama alanına mündemiç kılmasıdır. Dikey ise işletmede zamanla
oluşan çok katmanlı sistemi oluşturan aktif unsurları görünür kılar ve bunları
analiz etmemize imkan sağlar. Bu doğrultuda politikanın belirlediği başat amaç,
her iki yapılanmanın oluşturduğu bütünü “birlikte katılım ve karar
alma-belirleme” ilkesi çerçevesinde kısmi esnetme ile işlevsel kılmayı
hedeflemesidir. Bunların dışında politikanın, klasik yönetim modellerinden ayrı
olarak yönetişime ilişkin geliştirdiği farklılık pek çok işletmede marjinal
olarak nitelendirilen insan değerinin üretimlerini diyagonal yapılanmanın yapı taşları
olarak kabul edip, yatay-dikey anlayışına entegre etmesidir. Bu uyumlama
işletme içi rekabeti yumuşatarak, kopuşlar oluşturabilen görev ünvanlamalarını
ve keskin ayrımlı ast-üst ilişkilerini dengelemek hedefine yönelik olduğu
kadar, rasyonalizasyona ve sosyalleşmeye dair karar almalarda en azından ilgili
yakın periferiyi karar sürecine dâhil etmeyi amaçlar.
Bazı
çevreler, yönetim teorisyenleri yönetişim modellerinin demokratikleşme
süreçlerini yürütüme soktukları için işletmelerin doğasına aykırı olan bir
sistem yapılanmasına gittiklerini ve bunun şirket içi disiplin açısından bazı
zaaflara yol açacağını öne sürerler. Aslında, yönetişim ile hedeflenen
şeylerden biri tam tersine şiddetlenen ve yöneticiler dâhil tüm çalışanları
strese sokan şirket içi düzensizlik ve iş yükündeki artışın yol açtığı
dengesizliği bertaraf etmektir. Yönetişim bireyler arası zayıf iletişimi
güçlendirmek ve birlikte karar alma süreçlerini uygulamaya sokarak, bir yandan
ilişkiler bağını düzenlemeyi ve kopuk olan işbirliği ağını yönetmek, diğer
yandan da ortak moral-motivasyonu güçlendirerek lüzumsuz işleri, mental ve
materyal savurganlığını bertaraf etmeyi amaç edinmiştir. Yoksa ana amaç
demokratizasyon değildir, bu olabildiği kadarıyla yan bir sonuçtur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder